https://www.anamurhaber.com/files/uploads/user/8a3d71a48f3b8f06334dd9aeecba127b-8721a4eb5678466ff6f9.jpg
Ali BAL
Advert

Allah'ın Birliğinin İnsan Sosyopolitiği Açısından Anlamı..

08-08-2023 18:40 747 kez okundu.

Kur’an’da Allah’a kulluk (ubudiyet) sadece ’’Allah’a kulluk’’ olarak değil,ondan daha fazla ’’yalnız Allah’a kulluk’’ veya diğer bir ifade ile ’’Allah’tan başkasına kulluk etmemek’’ şeklinde ifade edilir.Bu konu tabir caizse Kur’an’ın omurgasıdır.Oysa gerçekte Allah’ın insanların ne kendisine inanmalarına ne de kulluklarına ihtiyacı yoktur.Hal böyleyken Allah’a ortak koşmak Kur’an’da kıyamet günü Allah’a karşı işlenen ve kıyamet günü afvı mümkün olmayan en ağır günah olarak kabul edilir (Bkz.Nisa/48,116).Kur’an’da hikmetsiz bir hükmün geçmeyeceği gerçeği bu paradoksal görüntü karşısında düşünen bir insanı başka arayışlara sevketmektedir.Bu açıdan konu ile ilgili ayetleri yeniden bir okumaya tabi tuttuğumuzda karşımıza insan sosyolojisinin politik gerçekliği çıkıyor.Konu Kur’an’da en yoğun ve somut bir şekilde Firavun ve Musa mücadelesinin anlatıldığı kıssalarda karşımıza çıkıyor.

Hz.Musa Tur’da Allah’tan aldığı görevle Firavun’a gelerek onu Alemlerin Rabbi’neteslim olmaya çağırıyor (Bkz.Şuara/23,Naziat/17).Bu çağrının hedefinde ise İsrailoğullarının serbest bırakılması vardır.Musa’ya göre Firavun İsrailoğullarınıkendine köle yapmak suretiyle Alemlerin Rabbi olan Allah’a isyan etmiştir.Firavun ise Musa’ya ’’burada ilah da rab de benim’’ diyerek cevap vermektedir (Bkz.Naziat/24,Kasas/38).Yani o verdiği bu cevaplarla kendi üzerinde bir otorite kabul etmediği gibi köleleştirdiği İsrailoğullarıüzerinde dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahip olduğu iddiasındadır.Ona göre bu konuda kendi üzerinde hesap vereceği herhangi bir makam bir üst otorite bulunmamaktadır. 

Burada biz Kur’an’ın ilah ve rab kavramlarını bizim alışageldiğimiz gibi sadece  metafizikanlamda değil fiziki ve siyasi anlamda da kullandığını görüyoruz. Musa’nın karşısında bir devlet ve o devletin başı olan bir kral bulunmakta ve Hz. Musa bu kraldan köleleştirmiş olduğu İsrailoğullarını kendisi ile bırakmasını istemektedir. Görüleceği gibi bu siyasi bir olaydır. Dünyadaki bütün otokrat,diktatoryal sistemlerin başında icraatlarından kimseye hesap vermeyen, dokunulmaz, mutlak otorite konumunda olan siyasi liderler/tanrı krallar  vardır. Firavun’un etrafına bakıp ’’ben sizin benden başka bir ilahınızın olduğunu bilmiyorum’’ demesi (Bkz.Kasas/38) kralın önünde herkesin secde ettiği karizmasını, yüceliğini, ’’ben sizin en yüce rabbinizim’’ demesi de (Bkz.Naziat/24) kralın, dolayısı ile onun sisteminin sahip olduğu mutlak ve dokunulmaz otoritesini ifade etmektedir.(İlahlığına uluhiyet, rabliğine de rububiyyetdiyoruz).Kur’an’a göre Allahü Teala göklerde ve yerde tek egemen olmakla uluhiyet ve rububiyetinde tektir (Bkz.Hadid/2). O’nun dışında çanlı,cansız,ins,cin, nebatat, hayvanat ne varsa hepsi kuldur. Göklerin ve yerin tek hakimiolan Allah insan dışında her şeyi insanın tasarrufuna vermiştir. Ama o da tasarrufunda ölçülü olmak doğaya  ve içindekilere zulmetmemek, yer altı  ve yerüstü kaynakları talan etmemek, doğanın dengesini bozmamak ve ona zarar vermemek zorundadır (Bkz.Rahman/7,8).Bu cümleden olarak da ne bir ırkın diğerini, ne de aristokratik, bürokratik,oligarşik vs. bir sınıf, soy ve zümrenin egemenliği kendi tasarruflarına ve tekellerine geçirerek diğer insanları kendi sulta ve boyundurukları altına almaları Allahü Teala’nın göklerdeki ve yerdeki mutlak egemenliğine ortak çıkma yani uluhiyet ve rububiyyet iddiası anlamına gelmekle şirk yani Allah’a ortak koşma kapsamına girmektedir. Bunu yapan egemenler kendilerini, buna boyun egen, kraldan fazla kralcı denilen hesap onların rejimleri,sistemleri ile onların Nemrut ve Firavun benzeri uçurulmuş liderlerine sahip çıkan, itaat eden,savunan alt sınıflar, ezilenler (müstaz’aflar) de onları Allah’a ortak koşmakla İslam’da en büyük günah olan şirk suçunu işlemiş olmaktadırlar (Bkz.Ahzap/67, Araf/75, Saffat/27-34,İbrahim/21,22,Sebe/32,33).

Dolayısı ile bu başlık açısından baktığımızda tevhid ve şirk kavramlarının hedefi tamamen yeryüzü sosyolojisi olup bununla insanlığın birliği, diğer bir ifade ile insanlığın tek bir aile olması hedeflenmiştir. Bu da ancak insanlardan hiçbir ırk, sınıf, soy ve zümrenin vs. diğerlerini kendi sultası ve boyunduruğu altına almaması demektir. Bu da emperyalist sömürge savaşlarının olmadığı, evrensel barış ve adaletin tüm yeryüzüne hakim olduğu bir insanlık düzeni demek oluyor.

’’Hak geldi Batıl zail oldu’’ derken Kur’an (Bkz. İsra/81) Hakk’ın özündeki potansiyel güç ve kudreti kastediyor Kur’an. Tıpkı ışığın karanlığa galibiyeti gibi. Ancak bunun için Hakk’ı savunanların Hakk’ın hakkını vermeleri gerekir.Aksi halde batılın aksi halde batılın zaferi kaçınılmazdır. O nedenle Hakk’ın hakimiyeti bu dünyada gerçekleşebilir. Ama zahiren Hakk’ı savunur görünen insan kişilik ve karakteri itibarı ile  buna layık olmazsa Hakk’ın galibiyeti gerçekleşmeyebilir. Ama ahirette mutlaka gerçekleşecektir. Oraya ise bu dünyada Hakkın hakimiyeti için çalışanlar, bu yolda sabredenler ve azmedenler kabul edilecektir.

Dünya hayatı kısadır. O nedenle Tevhid dininin sadık yolcuları bu dünyada başarılı olamaya da bilirler. Ama onlar nezdinde dünya sadece bu dünya ile sınırlı olmadığından başarısızlık onlar için bir karamsarlık veya çözülme nedeni değildir. O nedenle onlar bu dünyada kendilerine verilen ömrü o yolda sarf edip etmediklerine bakarlar. Mü’min ve müttakilerin ’’Biz hazerdendeğil, seferden sorumluyuz’’ demeleri bu gerçeği ifade eden güzel bir bakış açısıdır.

İstikamet üzere olan azimet sahiplerine selam olsun.

Neler Söylendi?