https://www.anamurhaber.com/files/uploads/user/8a3d71a48f3b8f06334dd9aeecba127b-8721a4eb5678466ff6f9.jpg
Ali BAL
Advert

Kur’an Çerçevesinde Oruç Ve Ramazan!

28-03-2023 15:10 590 kez okundu.

Oruç zannedildiği gibi iftarla imsak arasında bir şey yiyip içmemek ve eşi ile birlikte olmamaktan ibaret bir ibadet midir? İslam dininin ana kaynağı Kur’an ve oruç konusuna oradan baktığımız zaman meselenin o kadar basit olmadığını görüyoruz.

Bu cümleden olarak oruç ayeti olan Bakara/185'ten baktığımızda Ramazan'ın gayesi ümmetin dikkatini Kur'an'ın indirilişine yani Kur'an'ın kendisine dikkat çekmek olduğu anlaşılıyor. Peki bu anlaşılmış mı diye sorduğumuzda bu soruya evet diye cevap vermek mümkün görünmüyor. Ayette şöyle buyruluyor:

’’Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir’’ (Bkz.Bakara/185).

Bunun için öncelikle İslam toplumunun öncelikle ahlakta insanlığa örnek ve model bir toplum yani Kur’an ifadesi ile salih bir toplum olması gerekiyor. Fasık ve facir olmaması gerekiyor.  Kur’an böyle bir toplum inşa etmeyi hedefliyor. Biz ana dili Arapça olan bir millet değiliz. Kaldı ki Kur’an’ın anlamak için sadece onun dilini anlama yetmiyor. Öyle olsaydı ana dili Arapça olan halklar bu gün bu örnek ve model niteliklere sahip bir dünya gücü olurlardı. Demek istediğim Kur’an’a aklını, beynini ve yüreğini açmak gerekiyor. Öncelikli olan bu. Bizde ise Kur’an’ın anlamına nifuz ve vukufiyet bir yana bırakılmış salt Arapça metinden yüzünden okumalar, hatimler ve sevabını (!) ölülerin ruhuna bağışlamalarla Kur’an’a karşı görevinin yapmış olmanın vehmi maalesef hakim anlayış haline gelmiştir. Buraya kadar olanı Kur’an’ın anlaşılmasında toplumsal boyut olarak kodlayıp altını çizebiliriz. Bunun dışında bir de İslam toplumunun Müslüman olsun olmasın tüm insanlığa karşı omuzlarına yüklenmiş olan bir sorumluluğu bulunmaktadır:

Kur'an'a göre İslam ümmeti yeryüzünde barış ve adaletin tek güvencesidir. Yani gökleri ve yeri yaratan Allahu Teala nezdindeki ümmetin omuzlarına yüklenen misyon bu (Bkz.Bakara/143,Al-i İmran/110).Bunun için ümmeti teşkil eden "ulusların, halkların" tek tek dünya küfrü ve istikbarının kucağından kalkarak birbirlerine kenetlenmeleri, dünya küfrü ve istikbarına karşı (Müslüman olsun olmasın) tüm dünya mazlumlarının korunağı ve sığınağı bir küresel güç merkezi haline gelmeleri gerekiyor. Peki ümmet bu işin ve omuzlarındaki sorumluluğun farkında mı diye düşündüğümüz zaman bu günkü şartlarda asla böyle bir şeyin söz konusu olmadığı görülür. Peki geçmişte anlaşılmış mı diye baktığımızda malesef geçmişte de anlaşıldığını söylemek mümkün değildir. Bu konuda geçmişle bu günün tek farkı şu: Kur'an'a göre aslolan meşveret ve şura esasına göre (Bkz.Şura/38) böyle bir birliğin karşılıklı rıza ve gönüllü katılım yolu ile gerçekleşmesi olması gerekirken (tarihte) ümmet içindeki güç mücadelelerinin sonucu sulta ve zora dayalı olarak sağlanabilmiş olmasıdır. O sulta ortadan kalktığı zaman da darmadağın olmuştur. Bu günkü genel tablo bu.

.

Bu hali ile İslam ümmetinin dimağı mezarlıktaki ölüleri andırıyor. Yani onları uyandırmak için ancak bir İsrafil suru gerekiyor. Haşr/21 ayeti bunu ifade ediyor. Ayet bu konuda ümmetin uyuyan dimağını uyandırmak için "Ey Müslüman! Uyan, uyan diyerek adeta onu duvardan duvara çarpıyor.

Neler Söylendi?