İnsanın öz güveninin olması nasıl hayatını olumsuz etkileyen bir zaaf, bir eksiklik ise kendine çok güvenmesi de aynı oranda hayatını olumsuz etkileyen ve insan için yıkıcı sonuçlara gebedir. Hele düşünce hayatında kendine aşırı güvenen kimseyi dinlememek, kendisi gibi düşünmeyeni hor görmek gibi insanın çevresi ile ilişkilerini de olumsuz yönde etkileyecek sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Matematiğin 2x2’si,alfabenin A.B,C’si gibi şöyle basit bir mantıki sorgulama yapalım:
Bir toplumda hepsi birbirine muhalif kırk ayrı görüş, düşünce, parti, ideoloji, siyasi görüş olsun. Mantıken bunların hepsinin birden doğru olması mümkün değildir. En iyimser ihtimalle bir tanesi doğru diğerleri yanlış veya değilse hepsi yanlıştır. Yanlış olma potansiyeli bu kadar yüksek bir ideo politik kaosa karşılık tartıştığınız insanların yüzlerindeki öz güven, kendinden emin, tepedenci, üstenci, suçlayıcı, ezici, horlayıcı ifadeler arasındaki paradoks (çelişki) hiç dikkatinizi çekmiş midir bilmiyorum. Benim çekiyor. İnsanlar birbirinin aynasıdır derler. Bu şartlarda insan kendisinin ne kadar yanlış bir görüş veya çizgide olabilme potansiyeline sahip olduğunu (kendine göre) muhatabı üzerinden gözleyerek ’’demek ki ben de düşünce ve görüşlerimde, siyasi çizgimde aynı bu kişi gibi yanılmış olabilirim’’ diye düşünmeli vasat yani orta bir çizgiye gelmelidir.
Hangi görüş, yol ve çizgide olursak olalım. Hepimiz aynı gemideyiz ve aynı milletin evlatlarıyız. Birbirimize karşı sergilediğimiz bu toleranssızlık millet olarak Allah korusun topyekün bir batışla sonuçlanabilir. Kendine asla bir yanılma payı bırakmayıp suçu hep karşı tarafın üstüne atmak, şeytanlaştırmak, düşmanlaştırmak, kutuplaştırmak ve kamplaştırmak hiç doğru bir yol değil ve Allah korusun milletçe toplu bir batışa doğru yol almak anlamına gelmektedir.
İdeo politik özgüvende itidal sağlanamayış karşı tarafı dinlememe, kale almama, hınç, kin, nefret hatta toplumu iç savaşlara kadar götüren acı sonuçlar doğurmaya gebedir. Onun da sonucu ülkenizin düşman çizmesi altında ezilmesi hatta doğrudan düşman eline geçmesi, sürgün ve soykırım demektir.
Tabii ki ülkeyi uçuruma, yıkıma götüren durumlarda insanların gül hatırı için bildiğimiz, inandığımız, doğruları söylemekten geri durmayacağız. Diğer bir ifade ile Hakk’ı tavsiye’den (Bkz.Asr suresi/1-3).İnsanların kınamasından korkmayacağız ((Bkz. Maide/54).Bu muhataplarımızı dinlemek ve kendi özümüzü yoklamakla birbirini tamamlayan bir sorumluluktur. Yani ne sadece öyle, ne sadece böyle. Milli mutabakat ve toplumsal uzlaşma için bu iki sorumluluk arasındaki ince çizgiyi iyi gözetmek zorundayız. Çok seslilikle her kafadan bir ses’liliği birbirine karıştırmayacağız.
Örgütlü olacağız. Kimse başıboş gezmeyecek, keyfiliğe tevessül etmeyecektir. Örgütlülüğü bir sorumluluk olarak görecek kendi dahil olduğu örgütlülüğü başka örgütlülüklere karşı faşizan çatışma ve rekabete dönüştürmeyecek, marjinalleşmeye, bireyselleşmeye, insanlara karşı istiğna dediğimiz yani sosyaliteye ihtiyaç duymama, minnet etmeme, kendini toplumdan soyutlama gibi asosyal hallere itibar etmemek, aksine sosyal olmak gerekir. Bunları asosyal olmanın yanlışlığı anlamında söylüyorum. Yoksa doğruya kendini adamış olan insanlar ve Allah elçileri örnekliklerinde görüldüğü üzere ’’doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’’ hesabı dışlanma, yalnızlaştırma ve yok sayılma gibi psikolojik operasyonlara, mobinglere maruz kalabilirler. Bu durumda da insanın kimseye eyvallah etmeden kendi ayakları üstüne dikilebilen birey olma sorumluluğu öne çıkar. Bu noktada birey olmakla bireyselleşme arasındaki ince çizgiye dikkat edilmelidir.
Bu nitelikleri taşıyan insanlara (ruhsal yönden) sağlıklı insan, o insanlardan meydana gelen bir topluma da sağlıklı toplum diyoruz.
Rabbimizin bizleri ruh ve beden sağlığı yönünden sağlıklı bir toplum ve sağlıklı bireyler kılması umut ve dileği ile…….
Ali Bal